YouTube’da ya da dil eğitimiyle ilgili başka platformlarda dolaşırken, – elbette reklam yapmak amacıyla – kısa sürede dil öğrenebileceğinizi vaat eden kişi ya da kurumlarla karşılaşıyorum. Reklam dediğimiz şey, ikna etmeyi amaçlar ve genellikle bu yolda yapılmış binlerce araştırmanın bulgularına dayanır. Reklam yapanlar, tabiri caizse kullanıcının ciğerini bilirler 🙂
İnsan için ‘umut’ çok önemlidir. Umut dahi edemiyorsanız bütün motivasyonunuzu kaybedersiniz. Motivasyonunu kaybetmiş bir kullanıcı pek makbul değildir. Motive olmanız ve bir şeyleri umut etmeniz olaylara ve durumlara pozitif yaklaşmanız için gerekli. Fakat, buradaki hassasiyetin suistimal edilmesi – yalan satmak – pek hoş değil.
Hem Y kuşağı hem de özellikle Z kuşağı, bir şeyleri elde etmekte genellikle – anlaşılır olarak- kısa yolları tercih ediyor. Yemek yapmak yerine sipariş vermek, mağazaya girmek yerine online alışveriş yapmak, bilgiye ulaşmak için kütüphaneye gitmek zorunda olmamak, onun yerine Google’a sorup hemen cevap almak vb. Bunlara alıştığınızda bir şeyleri edinmek için uzun zaman ve efor gerektiğini düşünmek daha zor oluyor. Burada hemen bir YouTube videosu araya giriyor ve ‘Hey’ diyor ‘iki ayda İngilizce öğrenebilirsin’. Dil öğrenmekle ilgili bilgileriniz sınırlıysa, o zaman düşünüyorsunuz: ‘Olabilir mi acaba?’ Sonra düşünce evriliyor: ‘Belki de olur.’ Ve fikir sizi kuşatıyor: ‘Deneyeyim ya.’ Umut sizi kucaklıyor. 😀
Fakat işin aslı şu: İngiltereye gidip orada yaşamak ya da hazırlık sınavınızı geçmek ya da TOEFL’a girmek ya da YouTube’da sevdiğiniz bir yazarın, şarkıcının, aktristin İngilizce konuşmasını dinleyip anlamak için size vaat edilen bu süre çok az ve hayali… Ki zaten kursu bitirdiğinizde size orada verilen şeyleri belki öğrenip iyi hissedebilirsiniz ama eve dönüp ‘Hadi şu filmi artık İngilizce izleyeyim’ dediğinizde gerçekle yüzleşirsiniz: ‘Ee, n’oldu şimdi?’ – Öğrenemediniz. 😀
Bazen de ‘Çocuklar nasıl öğreniyorsa, öyle öğreteceğiz’ tadında şeyler görüyorum. Çeşitli bulgular var: Çocukluk döneminde herhangi bir dile maruz kalmayanlar, daha sonra öğrenmeye başlarlarsa anadillerini dahi edinemeyebiliyor. Ya da şuna bakın: Bebek doğduğunda, örneğin İngilizceyi İspanyolcadan ya da Fransızcadan ya da başka bir dilden ayırt edebiliyor. Ancak ses özellikleri çok yakın olan dilleri ayırt edemiyor, mesela İspanyolca ve Katalonca. Bu çocuğun İspanyol olduğunu varsayalım. İspanyolcaya maruz kalıyor ve daha ilk yaşını doldurmadan İspanyolcayı Kataloncadan ayırt edebilmeye başlıyor. Anadilini herhangi başka bir dilden ayırt edebiliyor, ama anadilinde bulunmayan sesleri birbirinden ayırt edememeye başlıyor. ‘w’yu ‘v’den, ‘th’i ‘t’den neden ayırt edemediğinizi anlamışsınızdır. Japonların ‘l’ ve ‘r’yi birbirinden ayırt edememesi size ilginç gelebilir ama Japoncada böyle bir ayrım olmadığı için bu durum gayet normal. Yani çocuklar ve biz yetişkinlerin farklı olduğumuzu anlatmaya çalışıyorum. Birçok başka araştırmadan da bahsedebilirim, ama şunu da söyleyip geçeceğim: Bir çocuğun anadilindeki bir kelimeyi üretken olarak kullanmaya başlayabilmesi için yaklaşık 200 kez duyması gerekiyor. Beyniniz dil öğrenimi açısından çocuklukta daha esnek ve ‘procedural memory’ sistemlerine daha çok bağlı iken, birinci dilinizi edindikten sonra ‘declarative memory’ sistemlerine bağlılığı artıyor. Yani size çocuk gibi öğreneceğinizi söylediklerinde de biraz şüphe duyabilirsiniz.
Ciddi birçok üniversitede hazırlık eğitimi için bir senenin yeterli olmadığı tartışılıyor. Aslında İngilizce öğrenimi üniversiteye kalmaması gereken bir beceri, ama kalıyor. 🙂 Burada yapacağınız şeyi söyleyeyim: çalışmak. Beginner seviyede başlayıp sene sonunda Boğaziçi Üniversitesi Proficiency Sınavını (ki oldukça zorlu bir sınavdır) B ile (iyi bir nottur 🙂 ) geçen öğrenciler de gördüm. Okula gider, akşamında da yoğun olarak çalışırlardı. Emek verdiğinizde umut edebilirsiniz ve sonunda amacınıza o ya da bu şekilde ulaşırsınız, fakat emek harcamadan sadece umut ediyorsanız bu uzun yıllar devam eder 😀
İngilizce öğrenmek için İngilizceyi hayatınızın bir parçası haline getirmeye çalışın. Mesela telefonunuzu İngilizce kullanın. Bir konuyu arıyorsanız İngilizce kaynaklardan da aramaya bakın. Gerekirse ‘Google translate’ var, oradan olduğu kadar çevirin ve karşılaştırarak çalışın. Yolda yürürken, otobüsteyken, evinizdeyken, nerede olursanız olun gördüğünüz şeyleri aklınızdan İngilizce anlatmaya çalışın. Kelimeler aklınıza gelmiyor mu? Akıllı telefonunuzu sadece Instagram için kullanmayın 🙂 gidin sözlükten bakın kelimelere… Ama bir şekilde o çabayı ortaya koyun. Zaman ve efor ortaya koymadan yapamazsınız, ama inanır ve gerektiği gibi çalışırsanız, çoğu şeyi başarırsınız.
Sonuç olarak, iki ayda İngilizce öğretenlere şöyle diyebilirsiniz: Hadi oradan. 🙂